BİR DE AVUSTRALYA KIT’ASINDA SAVAŞIMIZ VAR. (ALLAH AŞKINA) SAVAŞ
Günümüzde yüzlerce millete topraklık eden, yirmi dört milyon kilometre karelik bir vatanın o günkü adaletli hakimi, Müslüman Türk’ ün dokuz cephede birden oluk oluk kan döktüğü, 1915 yıllarından bahsedeceğim sizlere.
Dünya tarihlerinin bu güne kadar bilmediği, görmediği Müslüman Türk’ ten gayrısının anlayamayacağı Cihad’ ın ve bir kıt’ aya karşı harp ilan eden iki Müslüman Türk’ ün hamaset destanını anlatacağım.
20. yüzyıla girerken imparatorluk vasfını halen koruyan; fakat iç ve dış düşmanların gayreti ve onların tabiri ile “Hasta Adam” ın içindeki kargaşalar.. Öz evlatlarını muhacir etmiş, bunlardan Fatih Külliyesi’ nin Karadeniz Medreselerinde 1–2 yıl okuyan Molla Abdullah:
Tefekkürü ile rızkını taa Avustralya’ nın Silver City şehrinde aramaya çıkmıştı.
Dünyanın öbür ucunda, İngiliz keferesinin sömürge şehri olan Silver City’ de. Doğunun bütün vasıflarını taşıyan bir mahallesindeki kıt’anın kurak bölgelerinde nakliye işleri için yeni getirilen deve kervanlarının sürücüleri, bakıcıları ve terbiyecileri olan Afgan’ lı, Hint’ li Müslümanlar arasına karışan Molla Abdullah, din gardaşlarının bulunduğu bu mahallede, ilmi ile kısa zamanda tanınmış, büyük bir hürmete mazhar olmuştu.
Süfli işlerle uğraşmaya, ırki ve dini hasletleri engel olduğundan geçim sıkıntısı içinde çırpınan Molla Abdullah Efendi, Hıristiyanlar tarafından kesilen eti yiyemeyen Müslümanların kasaplığı vazifesini Allah rızası için üstlenmiş ve böylece de yeni bir rızık kapısı bulmuştu.
Ananelerine sıkı sıkıya bağlı olduğu için civarında bulunan gayri Müslimler bir tarafa, Müslümanlarla dahi anlaşamaz duruma düştü. Başındaki sarığı çıkartıp yerine bir melon şapka giymesini istemeleri, domuz kesilmekte olan Belediye mezbahasında kesim yapmadığı için para cezasına çarptırmaları gibi yapılan çeşitli baskılar Molla Abdullah Efendi’ nin içine kapanık biri olmasına sebep oldu.
Sinni kemal-i bulmuş kara kuru biri olan Molla Abdullah Efendi’ nin bu yalnızlığı pek uzun sürmedi. Bazılarının ‘Kul’, bazılarının ‘Gül’ diye bahsettiği 22 yaşlarında çok yakışıklı babayiğit Mehmed çıka geldi. Siver City’ e..
Anadolu’nun ücra bir köşesinden Kul Mehmed, “Ekmek Teknesini” de beraberinde getirmişti. Tekerlekli, ufacık bir dondurma arabası ve üzerinde uzun bir sırıkta takılı Ayyıldızlı Türk Bayrağı ile sokak sokak gezerken Türkçe olarak:
-Gaymaklıı! diye naralar atarak dondurma satması kısa zamanda şöhretini artırmış ve namı çevreye yayılmış, ta başkent Sydney’ e kadar ulaşmıştı. Kul Mehmed’ in dondurmasının yemeye, kaymaklı narasının dinlemeye ay yıldızlı bayrağı görmeye gelenler her gün biraz daha artıyordu. Kul Mehmed’ i memnun eden ne dondurma satışı, ne de etrafında pervane olan güzel kızlardı. Ay yıldızlı bayrağı soranları öpesi gelen onlara bedava dondurma ikram eden Kul Mehmet, şükür bir de arkadaş bulmuştu. Kul Mehmet ile Molla Abdullah Efendi kısa zamanda kaynaştılar. Vatan hasretini sohbetlerle gidermeye başladılar.
Bu mutlulukları pek uzun sürmedi. Balkanlar’dan gelen haberler hiç te iyi değildi. Haber, haberden kötü, gün günden beter geliyordu. Bu kuş uçmaz kervan geçmez gâvur illerinde, doğru dürüst bir haber dahi alamıyorlardı. <> yazılmaya karar verdiler Fakat muameleler bitinceye kadar harp bitti. Ama Balkan Harbinin acısını ne Kul Mehmed, ne de Abdullah Efendi unutabildi.
Anayurttan gelen haberler, hiç te iç açıcı değildi. Artık Abdullah Efendi, cehren (yüksek sesle) dualar okuyup, <> ı çekip bıçağı sürmeyi, eskisi gibi şevkle yapmıyor. Kul Mehmet;
- Gaymaklıı.. Narasını yankılatarak bağırmıyordu. Halife-yi Ruy-i Zemin’in cihad fetvası çıkardığını çok geç haber aldılar. Haber alır almaz da ilgili makamlara koştular. Memlekete dönmek istediklerini bildirdiler. Yetkili makamlar, “Yollar kapalı Türkiye’ ye gidemezsiniz.” Cevabını verince, cihad mevhumunu eli silah tutan her Müslüman’ın savaşmasının farz olduğunu anlatmaya çalıştılar. Yetkililer bunları pek ciddiye almayınca, “Öyle ise bizde, kendimizi karşı harp halinde addediyoruz.” dediler.
Rus’ların müttefiklerine baskı ile Osmanlı’ya yeni cephe açılması için yaptığı müracaatlar semeresini vermişti. İngilizler, Avustralya’da asker toplamaya başlamışlardı. Çanakkale’ye Anzak çıkarması yapılmasından 3 ay 24 gün önce Molla Abdullah Efendi ile Kul Mehmet, İngilizler’ e harp halinde olduklarını bildirmişlerdi.
Her yaptıklarının İslami olması gerekirdi. Bunun için de Sydney’ de neşredilen bir gazeteye “İlan-ı Harp” haberi gönderdiler. Gazete “Türkiye İngiltere’ye karşı harp ilan ettiği için, Avustralya’da yaşayan Abdullah ve Kul Mehmet ismindeki iki Türk’te Avustralya Kıta’sına karşı savaş ilan etmişlerdir.” Manşet haberi ile çıktı o gün.
Savaş ilanının formalite yönü tamamlanmıştı. Önce bayraklar hazırlandı. Sonra para edecek şahsi eşyalarını sattılar. Satıştan elde ettikleri ile bir “Schneider” tüfeği, bir de “Henry Martin” satın aldılar. Geri kalan paralarını da mermiye yatırdılar.
1 Ocak 1915 günü Broken Hills Boğazı’nın içinden geçen demir yolunun tam ortasına dondurma arabasını koydular, kendileri de siperlerine yattılar.
Biraz sonra Broken Hill Boğazı’na giren trenin yanındaki atlı muhafızlar, demir yolunun ortasındaki küçük dondurma arabasını ve arabanın direğinde dalgalanan ay yıldızlı bayrağı gördüler. Makinist ani bir duruş yaparken, dağda da aynı bayrak dalgalandı. Trenin muhafızlarından Millard silahına davranınca eli havada kaldı.
Birden bire gürültülerle sarsıla sarsıla duran vagonların pencerelerine kurşunlar yağmaya başladı. Süvarinin kalbini tutarak atının üzerinde yere yıkıldığını gördüler. Aynı anda korkunç bir ateş yağmuruna maruz kaldılar.
Makinist, güç bela tekrar harekete geçtiyse de bir şey ifade etmedi. Tren ölüler ve yaralılarla dolmuştu.
Trendeki Anzak askerleri, Polis ve Jandarma kuvvetleri harekete geçti. Fakat dağdaki Türk’lerin ateşi o kadar kuvvetliydi ki, onları yakalamaya gelenler, kendilerini birkaç bölük etmekteydiler.
Daha sonra Türk’lerin bulunduğu dağlara eyalet kuvvetleri gönderdiler. Onlarda bir netice alamayınca askeri birlikler sevk edildi. “Official War History” Resmi Avustralya Harp Tarihinde “Battle of Broken Hills” Broken Hills savaşı diye geçen askeri harekat başladı, iki Müslüman Türk’e karşı bir kıt’anın askerleri… saatlerdir savaşan Türk’lerin üzerine, üç koldan taarruza geçtiler. Bulundukları tepeyi, makaslama ateşe aldılar. Yüzlerce silah birden patlıyordu.
Uzun süren çatışmalar sonunda, Broken Hills tarafından silah sesleri işitilmez oldu. Büyük bir ihtiyatla tepeye tırmanan askerler delik deşik iki cesedin birbirinden onbir metre uzakta yattığını gördüler. Molla Abdullah, sıkı sıkı ve boş bir “Schneider” tüfeği tutuyordu. Mermisi tükenmişti… Kul Mehmed’in vücudunda yirmibir yara vardı. O da son mermisini yakmıştı.
Silahlar, bayrak, Kul Mehmet ve Molla Abdullah Efendi’nin naaşlarını bir arabaya koydular. Otopsiye götürdüler. Mollanın sımsıkı kapadığı avucunu zorla açtılar, içinden bir kâğıt çıktı. Kâğıtta; “Bu yaptığımız Allah ve Sultan adına yapıyoruz. Cihadımız hak yolundadır. Ne yaptığımızı bir biz, bir de Allah biliyor..” yazıyordu.
Avustralya makamları bu kahraman şehitlerin Müslüman mezarlığına defnine izin verdiler. Fakat oradaki ismen Müslüman olanlar Avustralyalılar’ın nefretlerinden korktukları için şehitlerin naaşlarına sahip olmadılar… Yetkili makamlar da onları isimsiz bir mezara defnettiler.
Onlardan geriye kalanları Broken Hills Müzesi’nin bir bölümünde sakladılar. Bu iki Türk’ün kan döktükleri tepelere de “Türk’s Rock’s” ismini verdiler.
Daha Çanakkale cephelerinde Gelibolu savaşları görmemiş olan Anzak’lar Müslüman Türk’ü ilk orada tanımışlardı.
O günleri hatırlayan ihtiyar bir Anzak: “Sadece iki kişi, bu kartal yuvası gibi yerden, Broken Hills’da trenleri durdurmuşlar, vagonları lokomotifleri yakmışlar, polis ve jandarma kuvvetleri kendilerine vız gelince, üzerlerine askeri kıtalar gönderilmiştir.” diye anlatacaktı yıllar sonra. New South Wales Eyaletinin Batı yakasındaki bir maden kasabası olan Broken Hills’de halk sokaklara dökülmüş, iki kişi olamayacaklarını daha birçok olmaları lazım geldiğini, hatta yeni bir saldırı beklediklerini belirterek uykusuz bir gece geçirdiler. Ertesi sabah Birinci Cihan Harbinde Türk’lerin müttefiki olan Alman Kulübünün önünde toplanarak kulüp binasını ateşe verdiler. Alman’ların oturduğu mahalleyi yağma ettiler.
Bu vakaları gören “Bülteni” dergisi muhabiri şöyle anlatıyor, “…sonra üzerlerinde biriken tozları silktiler ve vazifelerini yapmış insanların gururu içinde, Broken Hills Belediye salonunda Avustralya toplumunda yabancıların rolünü tartışmak üzere yapılacak bir konferansa gittiler.”
Fakat Türk’s Rocks ismini verecekleri kayalıklardaki savaşı unutmadılar. Yeni bir saldırı ihtimali, günlerini gecelerini zehir ettiğinden askeri birlikler, çevre dağlarda altı ay Türk Kuvvetlerini aradı durdu.
Türk’ü Çanakkale’de daha iyi tanıyan Avustralya’ların Gelibolu Folkloruna girerken, hemen hemen her şehirlerinde bir “Gelibolu Kulübü” kurdular.
Mezar taşı dahi bulunmayan bu iki mücahide bir fatiha temennisiyle. Dedi sayın Mevhibe SAVAŞSAHBAZ sözlerini bitirdi. Ve kaynakları açıkladı.